28 Haziran 2011 Salı

öykü kırıntıları

4

Hayır, o olamaz! desem de; Ayak sesleri yükseliyordu. Yokuş gün ortasında içimdeki ritmi bangır bangır duyabileceğim bir sessizliğe bürünmüştü. Kahvenin telvesinden garip ve muhtemel geleceği düşleyen ve merak eden ben, koca bir geçmişle karşılaşmıştım. Üç yıldır sesini duymaktan çekindiğim, görmek istemediğim, köşe bucak kaçtığım ve zaman zaman karşılaşmamak için "Hey gidi İstanbul, yardım et bana kalabalığınla" diyerek uğruna taştan şu şehre bile şükrettiğim o ademoğlu...Hiç değişmemişti. Arnavut kaldırımı taşlarla kaplı tarihi sokağa sırtımı dönmüş, onu görmemeye çalışıyordum. Ne oldu da sustu bu insanlar? Neden kimse bağırmıyordu? Bu sarsıntı neden? Kahve mi çarpıntı yaptı acep? Sırtımı delip geçen bakışlarından olsa gerek...Ne kadar olmuştu? Şaşıracak kadar çok, affetmeyecek kadar az bir vakit olsa gerek ki adrenaline laf geçiremiyordum. Kahve yerine sert bir şeyler mi söyleseydim? Basın mensupları gideli ne kadar olmuştu?

Yokuştan aşağı tozlanmış bir umut yuvarlandı...yuvarlandı...yuvarlandı...yitti.

Sokağın sesi tekrar yükselir gibi oldu. Falımda yeni yollar, yeni kararlar, balık, kaplumbağa, kalp vs. İçimdeki ritim kendine gelir gibi oldu derken tozlanmış bir yalan yokuşu tekrar tırmandı...tırmandı...tırmandı...bitti.

Hep bu arnavut kaldırımı taşlar yüzünden. Kaderimizin topuğu taşların arasına mı sıkıştı nedir? Yoksa çok takunyadan hayaller miydi bizim kurduklarımız? Ne olduysa oldu, ama ayağımız kaymıştı bir kere.


hil'alem

1 yorum: