30 Ocak 2012 Pazartesi

Sound of Noise - İsveçli anarşist müzisyenler



Ola Simonsson ve Johannes Stjärne Nilsson'ın yönetmenliğini yapmış olduğu, Sound of Noise - türkçe adıyla Yaşamın Ritmi, izlediğim en sıra dışı filmler listesine girmeye girmenin haklı gururunu yaşıyor :) Müziğe bambaşka bir bakış açısıyla yaklaşan film, Skandinav insanlarından bekleyeceğimiz gibi bir hayli çizgi dışı ve eğlenceli. 2010 yapımı film İsveç - Fransız yapımı, ama aslına bakarsanız Fransız etkisini ben çok da hissetmedim. Bir şehrin farklı kamusal alanlarında sıradan eşyaları, insanları, araçları müzik aleti olarak kullanan 6 müzisyenin yasaları zorlayarak, yasakları çiğneyerek kendi sıra dışı müziklerini yapmalarının hikayesi Sound of Noise.

2001 yapımı Music for One Apartment and Six Drummers (bir daire ve 6 perküsyoncu için müzik) adlı, aynı yönetmenler tarafından çekilmiş bir kısa filmin devamı olan Sound of Noise'un ilk gösterimi 2010 Mayıs ayında gerçekleşen 63. Cannes Film Festivali'nin International Critic's Week kısmında gerçekleşmiş. Müziklerini filmde de aynı isimle oynayan Magnus Börjeson tarafından film çekimleri sırasında bestelenmiş. Yönetmenin esinlendiği asıl kaynak ise Luigi Russolo adlı futurist ressam ve müzisyenin, zamanın fütürist müzisyenlerinden birine yazmış olduğu The Art of Noises adlı manifesto. Anlayacağınız, müziğin sıradanlaşmasını engellemeye yönelik girişimler 20. yüzyılın ilk yarılarına kadar gidiyor. 2010 yapımı bu film ise, bir şehrin fiziki varlığıyla nasıl bir enstrüman olabileceğinin hikayesini, bu başkaldırıya yakışır şekilde anlatıyor.

 

Hızlı bir kovalamaca hikayesini içinde barındıran filmde Amadeus Warnebring adlı müzikten nefret eden, ve bazı seviyedeki sesleri ezelden beri duyamayan polis memurunun kovaladığı anarşist müzisyen çetesinin liderleri - kadın baskın toplumlardan biri olduğuna inandığım İsveç'e yakışır şekilde :) - kadın bir müzisyen ve bir koro şefi. 20. yüzyıl müzik normlarını zorlamayan sistemlerle sıkıntı yaşayan 4 perküsyoncuyu da bulup kamusal alanları ve normalde enstrüman olarak değerlendirilmeyecek ne varsa bulduklarını, birer enstrüman gibi kullanarak, kendi bestelerini icra etmekteler. Bir taraftan tam anlamıyla müzisyen bir ailenin kulak yeteneği olmayan oğlu olan Amadeus Warnebring, ünlü bir orkestra şefi olan abisinin gölgesinde kalmanın ve çocukluğunu klasik müziğe yeteneği olmayan yetersiz kardeş olarak geçirmenin etkisiyle, bu anarşist müzisyenlerden etkilenir de...

 

Sistemle anlaşamayıp, sistemi gıdıklayan bu zararsız müzisyenlerin tek dertleri kendi müziklerini, kendilerinin müzik diye addettikleri eserleri dünyayla paylaşmak. Hastane, banka, otoban ve daha nice mekanda, sıra dışı ve eğlenceli bir ritm gösterisini ilginç bulacaksınız. En aykırı seslerde bile bir müzisyenin ve hatta müziğe katlanamayan insanların bile nasıl bir estetik gördüğünü görmek ise filmin en sevdiğim detayları oldu...Müzik ve sinemayı bir arada sevenlere duyurulur. Hil'alem