29 Kasım 2016 Salı

Jim Jarmusch'un kaleminden huzurlu bir insan hikayesi: Paterson



Jim Jarmusch'un yazıp yönettiği Paterson, uzun süredir izlediğim en sağlam filmlerden biri oldu. Vertigo adlı derginin düzenlediği premier akşamında izleme fırsatı bulduğum film sıfır derecede bisiklete binerek gitmek zorunda kalsam da fazlasıyla değermiş! Mutluluğun minicik detaylarda gizlendiğini herkese tekrar kanıtlayan bir senaryo ve Adam Driver'ın mükemmel oyunculuğu ile hayat bulmuş bir karakterin tadının damakta kalması... İzlerken diyorsun ki gerçekten böyle sakin ve huzurlu ve hayata bu kadar güzel bakan insanlar var mı gerçekten? İran kökenli hayal gücü hayli gelişmiş eşiyle Paterson adlı kasabada yaşayan Paterson adlı 'amatör' şair ve otobüs şöförü ve şiir dolu bir hikaye. İzlemeye değer, sakın ola atlamayın! Olur da mutsuzsunuzdur? Mutluluğun çok küçük şeylerde saklı olduğunu tekrar hatırlatacak bir hikayedir...

Bu arada görüntüler de efsane, Jim Jarmusch filmlerinde görüntüleri hiç bu kadar etkileyici bulmamıştım nedendir bilmiyorum... Belki de şiirsel anlatımın etkisi?

Hil'alem

14 Kasım 2016 Pazartesi

Doğal ortamında söylenen şarkılar... Georgian poliphonic heaven!!!



Ezginin en hası enstrümanı az, insan sesi çok ve tok olanı ve doğal ortamında söyleneni... İşte bu üç Gürcü kızımız da doğal ortamlarında inanılmaz bir harmoni yakalayıp, günümüz selfie teknolojisiyle de seslerini dünyaya duyurdular. Youtube ve Facebook'ta videolarını paylaşarak albüm çıkartacak noktaya bile geldi Trio Mandili adlı bu grup. Ama ben onları o topraklı yoldaki çok sesli şölenleriyle hatırlayacağım.



Bir de yine aynı memleketin insanından başka bir ezgi var... Burada da muazzam sesleri ve rahatlıklarıyla müzik şölenini yaratan rakı sofrasındaki Gürcü abiler... Oturuşları duruşları, elleri ve vücutlarıyla seslerine hükmedişleri, ağır ağır, tatlı tatlı çok sesli bu Gürcü ezgisini adeta sevişleri... Bir kaç ay içinde aynı yöreden iki ayrı doğal ortamında söylenen şarkı görünce dayanamadım, herkes dinlesin istedim! Viva la Georgia! Viva la Musica Poliphonica!

6 Kasım 2016 Pazar

Aslolan içlendiren şeylerdir azizim...





Şimdi bir sessizlik lütfen!

Beni içlendiren birşeyler anlatacağım size..

Çünkü içlendirmeyen şey aslında anlatılmaya yahut paylaşılmaya değmez aslında..

Herkesin bir içi var biliyorsunuz.. Oraya dokunmadan dile dökülen şeyler bu hayatın boş lafı..

Güneş her sabah yükseliyor ya mesela? İşte bu beni içlendirebiliyor. Nasıl mı? Yüzünüzü ısıtarak ya da ısıtmayarak - o anda bulunduğunuz ülkeye göre bu skala değişebilir - binaların arasından süzüldüğünde, sanki etnik bir melodi, arkada da iki davul sesi güm güm diye cesaretlenen bir homosafienin ayağa kalkışını tarif eder gibi bir ezgiye karışıyor. Dünyanın neresinde olursa olsun yeni bir başlangıç anlamına geliyor bu meteorolojik olay. Gecenin bittiği, herşeyin daha net görüldüğü, yanılgıların yanılsamaların azaldığı, korkuların endişelerin tükendiği aydınlık geliyor! Aslında güneşin yükseldiği falan yok biliyorsunuz, biz dönüyoruz! Yani güneş ve içinizi ısıtan umut, yeniden başlama gücü, cesaret vs. hepsi her daim orada! Ama hareket etmeden bunu fark edebilecek noktaya gelemiyoruz.

İşte basit bir meteorolojik olayın, basit bir yüreği içlendirip kabartması gerçeği. Aslında herzaman farketmesek de hayat bizim bakış açımıza göre güzelleşip çirkinleşebiliyor. Aslolan bakış açısı azizim! Aslolan Mozart, aslolan Tony Gatlif, aslolan Wankelmut, aslolan içine dolan müzik! Aslolan senin ezgileri ne kadar anladığın? Aslolan senin gönül gözün! Aslolan çok sesli müziğin damarlarında yol açtığı haz..

Hadi bu kadar içlenmek yeter şimdilik..

hil-alem