Ülkeden, özellikle de şehrin gürültüsü, kalabalığı ve stresinden şikayet eden beyaz yakalıların sayısı hızla artarken, Fethiye’deki Kabak Koyu’nda Yerdeniz Kamp’ta çalışan eski beyaz yaka arkadaşlarla konuştum ve hepsi aklında benzer planları olanlara aynı şeyi söyledi: “Bu iş öyle göründüğü gibi çok da kolay değil! Paspas yapmak egosu yüksek insanları zorlar!”
Burak, İbrahim, Tuncay ve Hakan ismini Ursula Le Guin’in ‘Yerdeniz Büyücüsü’nden alan ve dostlukları Ankara’dan çok eskilere dayanan kişilerce kurulmuş kamp işletmesi ‘Yerdeniz Kamp’ta çalışıyor. Eski bir Merck çalışanı olan Hakan (Aslan) kampın işletmecilerinden. Eski bir Nestle çalışanı İbrahim (Kaymak) resepsiyona destek oluyor. Eski bir metin yazarı olan Tuncay (Durmuş) tadilat tamirat inşaat her türlü işle ilgileniyor. Eski bir IBM çalışanı olan Burak (Süalp) ise kamp müşterilerine ortak alanlarında verilen hizmetlerden sorumlu. Hepsinin kentten köye göçmeyi düşünen gençlere ve genç hissedenlere çok önemli uyarı ve tavsiyeleri var.
Burak İstanbul’dan bir buçuk yıl önce ayrılmış, diğerlerinin ‘şehr-i terk’ öyküsü ise günümüzden beş yıl öncesine uzanıyor. Neredeyse hepsi eskiden gömleklerle hatta kravatla ofise gitmek zorunda olan insanlar ama bugün kül tablası da temizliyorlar odun da topluyorlar yeri geliyor bulaşık yıkayıp tuvalet de temizliyorlar. Evet aldıkları oksijen hepimize göre daha fazla fakat her biri şehirden ayrılma planının iyi düşünülmesi gerektiğini ve en önemlisi de insanın kendisini çok iyi tanımadan bu işe kalkışmaması gerektiğini söylüyor.
Nasıl karar verdiniz şehirden ayrılmaya? Ne zaman kaşındırmaya başlamıştı şehir sizi ve ayrılış hikayeniz nasıl gelişti biraz bahsedebilirmisiniz?
Fotoğraf: Yerdeniz Kamp – Nam’ı diğer ‘Demokratik Yerdeniz Cumhuriyeti’
Burak: Bu yıl şubat sonunda geldim ve üç aydır buradayım ama bir buçuk iki sene önce İstanbul’dan çıktım, Ayvalık, Dikili, Bafa, Bodrum, Datça istikametinde ilerlediğim bir seyahate çıktım. Sonra Yerdeniz Kamp’a geldiğimde burada kalmaya karar verdim. Tam iki yıl önce dün işten ayrılmıştım ve bugün işsiz ilk sabahımdı. 17 yıl boyunca IBM’de çalışıyordum. İlk yedi yılında alt yüklenicideydim, sonrasında 10 yıl boyunca IBM’de kadrolu olarak çalıştım.
‘Gezi’den sonra dönüşümüm başladı’
Burak: Aslında son üç dört sene etkili oldu. Gezi’den sonra benim kritik dönüşümüm başladı diyeyim. İstanbul’da da IBM’de çalıştığım zamanlarda da mutlu çalıştım. Güzel pozisyonlarda görev yaptım, iyi bir gelirim vardı kendi ihtiyaçlarıma göre. Yani varolan durumdan şikayet ederek karar vermedim bunu yapmaya. Tetikleyen birden fazla şey oldu. Kiminin etkisi küçüktü, kiminin büyük. Mandıra Filozofu filmi çok etkili olmuştu bu kararı vermemde. Bir çoğumuz dizi izliyoruz, ben de macera dizileri izliyordum. Bir yerden sonra ‘Ya ben niye bunları izliyorum, niye gidip kendi maceramı yaşamıyorum?’ dedim. Momo adlı kitap da etkili olmuştu bu kararı vermemde.
Sonra düşündüm, ‘Ben uzaylı olsam ve beni bu bedende dünyaya koysalar, şu an yaptığım iş güzel ama hep bunu mu yapardım? Bir gün çiftçi ya da garson olmayı merak etmez miydim?’. Sonuçta bir hayatım daha olmayacak. İspatlı bildiğimiz bir bu hayat var. Örneğin garson ya da yazar olmak için bir hayat daha bekleyemeyeceğim. Zaten şirketten ayrılırken kafeteryaya hediye ettim Momo’yu herkes okusun diye. Kol düğmelerimi bizlerden alt kademede çalışan arkadaşlarıma dağıttım.
(O sırada Yerdeniz Kamp’ta Burak’ın yöneticisi konumundaki Tuncay üstü başı toz içinde geliyor yanımıza. Ona da yöneltiyorum aynı soruyu)
Fotoğraf: Tuncay Durmuş
Tuncay: Ya çalının çırpının içine girdim. Zaten Burak’ın yardımına ihtiyacım var o yüzden onu almaya gelmiştim ama tamam beş dakikam var. Ben çok şehir terkettim – tıpkı kadınlar gibi. (gülüşmeler) Ankara’dan dört yıl önce 2015’te geldim. Metin yazarlığı yapıyordum. Bir cumartesi akşamı bara gittim, altı aydır evden çıkmamıştım. (Yerdeniz’in barında çalışan) Çağlar’ı gördüm o akşam. ‘Ya Kabak’ta yer aldık, gidelim mi birlikte yaşamak için?’ dedi. ‘Tabii’ dedim. Çarşamba günü de buradaydım. Bıraktım işi, gücü, evi, eşyayı, bilgisayara kadar bıraktım geldim. Ev arkadaşımla beraber yaşıyordum. Hiçbir eşya almadım, sadece bir valiz kıyafetle geldim. Tam bir valiz bile değil. O kadar (gururla). İş yerine de dedim ki ‘Ben gidiyorum’. Çalıştığın işe cumartesiden pazartesi bırakacağını söylemezsin aslında ama ben öyle yaptım. Elimde birkaç bölüm iş vardı, on onbeş bölüm yazmam gerekiyordu, benim için on onbeş saatlik bir işti, onları da buraya geldikten sonra tamamladım.
Hakan: Çağlar’la Ankara’dan çok uzun yıllardır tanışıyoruz. Benim müzik yaptığım bir yerde Çağlar da çalışmaya başlamıştı. Buraya gelmeden önce hem müzisyenlik yapıyordum hem de bir ilaç firmasında çalışıyordum. Önce Bilim İlaç’ta sonra da ABD’li Merck firmasında çalıştım. Çok seyahat ediyordum o zamanlar. Kardiyoloji ilaçlarının satış ve pazarlamasından sorumluydum, biyoloğum aslında. Heralde 15 yıl kadar önce ilaç firmasından ayrıldım ve eşim Emel’le Dalyan’da bir otel işi yaptık. Orada bir yıl otel işlettik. İlk terkediş oradaydı. Emel de ilaç firmasının dış ilişkilerinde çalışıyordu. Ben idarecime söyledim, birşey olursa bizi çıkartır mısınız diye sorduk ve anlayış gösterdiler. O iş gençken daha iyi, araç veriyorlar, kıyafet masraflarını karşılıyorlar vs. Şartları gayet iyiydi. Tabii insan oğlu çiğ süt emmiştir. Bir süre sonra ‘Lanet olsun’ diyorsunuz. Dalyan’dan sonra Ankara’ya tekrar dönüp yakın arkadaşlarımızla ortak mekan işlettik. 99’da Ankara’daki Eski Yeni’yi kurmuştuk hep birlikte. Tüm ortaklar kendimiz bizzat çalışıp bir gelir elde etmeye çalıştık. Önce Çağlar’la biz geldik, bir anda gelince şoka uğradık. Şurada oturduk. Sessiz herşey, bir anda şehirden çıkınca üzerine o kadar çok şey bulaşıyor ki şehirde, gelince onu kolay kolay atamıyorsun. Ne olduğunun şaşkınlığını yaşadık bayağı başlangıçta. Eski birkaç yapı vardı biz ona eklemeler yaptık.
İbrahim: Hakan’larla Ankara’dan tanışıyoruz. Onlar ilk buraya geldiğinde ben de tatile geldim. 2014 yazında ilk gelişim. O dönem Nestle’de çalışıyordum ihracat müdürü olarak. Öncesinde de Danone’de çalışıyordum. Dünya genelinde bütün ülkelerden ve müşterilerden sorumluydum. Nestle’den sonra bir yıl yurtdışına kendi işimi yapmaya çıktım. Yine Nestle’de yaptığım işe bağlı bir bayilik işi yaptım Belçika ve Hollanda’da. Orada yaşamaya başladım. Çoğunlukla Amsterdam’daydım. Orada ortaklarla olmayınca Türkiye’ye döndüm. Evimi zaten dağıtmıştım yurtdışına gidiyorum diye. Sonra ailemin yanında birkaç yıl yaşadım ve yine ihracat müdürlüğü yaptım. Sonra süren bir psikolojik tedavim vardı ve ‘bipolar’ teşhisi kondu. Bipolar’ların erken emekli olabildiğini duymuştum ve erken emekli oldum. Tabii belirli bir süre çalışmış olman gerekiyor bunun için. Sonrasında emekli olunca resmi olarak artık buraya gelip hem arkadaşlarıma bir şekilde gönüllü pozisyonunda yardımcı olup burada yaşamaya başladım.
Burada ne gibi işler yapıyorsunuz? Sorumlulukları nasıl paylaştınız? Eski hayatınıza göre hiyerarşideki ve yaptığınız işlerdeki değişiklik sizi zorluyor mu?
Hakan: Temelinden itibaren herşeyiyle, su tesisatından elektriğine kendimiz ilgilendik. Ben daha çok müzisyenlerle çalışıyorum. Sahne ses kontrollerini yapıyorum. Alışverişleri yapıyorum. Beni dış ilişkilerden sorumlu yaptılar. ‘Gideyim de ormanın içinde bir hayat yaşayacağım’ demiştim ama şimdi de arabanın üzerinde geçiyor hayatım. Binlerce kilometre yapıyorum, gene şöförüm yani ilaç sektöründeki gibi. Kalabalık zamanlarda bir hafta içinde üç dört kere Fethiye’ye gitmem gerekiyor. Sezon hazırlığı yaparken de bu yoğunluk oluyor. Rutinde ise haftada bir iki bu yolu gitmem gerekiyor.
Burak: Yerdeniz Kamp’ta gönüllü çalışıyorum. Kamping alanlarında gönüllü çalışmak demek yarı zamanlı çalışmak demek. Tanımlı bir işiniz oluyor sezonda. Sezon öncesinde tamirat-tadilattan sezon hazırlığına kadar bir çok iş yapıyoruz. Ama sezonda benim işim sabah servisi. Sabah 07:00 öğle 13:00 saatleri arasında çayı demlemek, kahvaltının sergileneceği ortamı temizlemek, kahvaltı servisini açmak, ortak kullanım alanı olan masa ve köşkleri temizleyip peçetelerini, tuzluk ve biberliklerini tam ve temiz mi diye kontrol etmek, eksikleri tamamlamak, ortalıkta varsa dağınıklık, pislik, onları toplamak bu görevdeki sorumluluklarım. Sonuçta sabah müşteri kahvaltı yapmak için ortak alana indiğinde temiz derli toplu, çayı güzel demlenmiş bir yere gelsin istiyoruz. Vermeye çalıştığım hizmet bu.
Tuncay: Tadilat tamirat gerektiren tüm işlerden sorumluyum. Müşteriler için çadırların kurulmasından bozuk duşların tamirine birçok iş yapıyorum. Arazideki işleri yapmayı ise çok seviyorum. Yıkılan duvarları öreyim, ağaçları budayayım, hamakları kurmak. En sevmediğim iş çok dikkat gerektiren küçük işler. Örneğin on defa dikkatli halde takmana rağmen su kaçıran sifon. Nefret ediyorum. Ben yapamadım Hakan’a pasladım o da deli oldu. Sevmediğim iş insanlarla ilgilenmek.
İbrahim: Emel’le birlikte resepsiyona bakıyoruz burada. Ama ne işe ihtiyaç varsa destek oluyorum. Kış boyu Çağlar marangozluk yapıyor örneğin, ona yardım ediyorum. Çıraklık yaptım resmen, getir götür kes çivi çak vs. Alışverişe de yardım ediyorum.
‘Küçük küçük egolarımız varmış koltuk altlarımızda’
Hiyerarşideki değişim ve egolardan bahsetsek biraz? Bu anlamda zorluk yaşanıyor mu?
Burak: Şunu farkettim, kendimi hayat boyunca mütevazı koşulları içine sindirebilen ve onla uyumlu olmaya çalışan bir insan olarak düşündüm. Ama böyleyken bile küçük küçük egolarımız oluşuyormuş o koltuk altlarımızda. Koşulları değişince insan onu farkediyor. Evet şehirde ben çok kibar bir insandım, gittiğim restoranda çalışanlara çok kibar davranırdım. Ama o restoranlarda çalışan olmak bambaşka bir şeymiş. Bir dönem önce oraya gittiğinde yemek ısmarlayan ve bahşiş veren insanken, şimdi servis açan, çatal tabak değiştiren, günün sonunda bahşiş bekleyen pozisyonunda olmak çok farklı bir durum psikolojik olarak. ‘Benim buna ihtiyacım yok ki’ lüksü olabilir insanların, ama bir hayatı seçtikten sonra, öyle demektense o hayata uygun yaşamayı tercih ettim ben de.
‘Demokratik Yerdeniz Cumhuriyeti de diyorum buraya’
Burada özel olarak işleten ekipten kaynaklı daha demokratik bir ortam var. Ama buna rağmen tabii ki bir hiyerarşi var. O hiyerarşi de biraz da zaman içinde kıdemle oluşmuş, liyakatın önde olduğu bir düzen. Çok karmaşık ve katmanlı bir hiyerarşi yok. Her işi yapan tam zamanlı insanlarla benim gibi yarı zamanlı yardımcıları var. Tabii ki tam zamanlı olanlar işi yönetiyor. Benim ekipte de tam zamanlı ve uzun süredir burada olan Tuncay. Bizim işimizi öğreten ve yöneten de o. Ve kendisi benden genç. ‘Demokratik Yerdeniz Cumhuriyeti’ de diyorum ben buraya. Onun için ‘Sabahları burada kül tablası boşaltıp masa silmek mi, Dubai’de bir ofiste oturup on katı kazanmak mı?’ derseniz, yanıtım hayli net.
‘Gelecek buraya verecekler bir süpürge, al canım süpür’
İbrahim: Hiyerarşi beni rahatsız etmedi hiç. Üst düzey yöneticiyken yakınlarım söylerdi zaman zaman. Bunun üzerine çalıştığım dönemde bu halden nasıl kurtulurum diye de düşünmüştüm. Buraya gelince zaten böyle bir ortamda o egoyu bir tarafa bırakman gerekiyor. Köyde yaşıyoruz nihayetinde. Beyaz yaka yönetici olarak çalıştıktan sonra burada gelip tuvalet temizlemek hangi beyaz yaka için ideal bir dünya olabilir ki? Doğada yaşıyorsun ve gerekirse tuvalet temizlemen gerekecek. Gerekirse bulaşık da yıkayacaksın, pas pas yapacaksın. Bunlar işyerinde ‘bilmemne bey’ ‘bilmemne hanım’ diye hitap edilen, kendisini gören beş kişinin kıyafetine çeki düzen verdiği bir yerden gelen yüksek egolu insanların zorlanabileceği işler. Gelecek buraya verecekler bir süpürge, ‘canım al şuraları süpür, bu akşam içme yarın sana ihtiyaç var’ denecek.
‘Bu işi yakın dostlarla yapmak önemli, yoksa geçiş daha sert olur’
Başkaları olsa zorlanabilirdim tanımadığım insanlarla ama burada 20 yıldır tanıdığım arkadaşlarımla birlikteyim. Bu işi sevdiğin insanlarla yapmak çok önemli. Tanımadığınız insanlarla bu geçiş çok daha sert olabilir. Benim için o kısım çok önemliydi. Yabancılara aynı sabrı gösteremeyebilirdim. Bazen yine de küçük sabır taşmaları oluyor, her şey toz pembe değil.
Hakan: İnsan olmasa Kabak çok güzel tabii. İnsan olan yerde sorun da vardır. Zor olan kısmı ‘insan’ gerisi kolay işler zaten, problem çözüyorsun.
Hayatını bırakıp maceraya atılmış olmaktan pişman olduğun ya da çok zorlandığınız oldu mu? Tak ettiği bir nokta oldu mu?
Tuncay: Çok güzel bir montum vardı, çok güzel desenli – bir ona pişmanım. Hala onu düşünüyorum, o montu niye bıraktım diye düşünüyorum. Yenisini alabilirdim ama tuttum kendimi, isteklerime hakim olmalıydım.
Burak: Bu iki yıl içinde tabii ki zorlandığım şeyler de oldu. Hiç ‘tak ettiği‘ noktaya gelmedim ama zorlandığım anlar oldu. Fiziksel olarak sağlıklı bir insanım o yüzden de fiziksel koşullar beni çok fazla zorlamadı. Hızlı adapte olabildim. Ama psikolojik olarak daha fazla zorlanıyor insan. Onda da adaptasyona uyumlu biri olduğu düşünüyorum ama gene de zorlandığımız yerler oluyor. Burada öyle bir uygulama yok ama örneğin bundan bir buçuk sene kadar önce Patara plajının antik şehrin olduğu tarafında değil de diğer tarafında yer alan Karadere köyünde bir restoranda çalıştım bir ay kadar. Gelip orada kebap yiyip rakı içen bölge köylerden ağabeyler de vardı. İlk başta kibar diyebileceğiniz hitap şekilleri iki duble rakıdan sonra değişebiliyor. Bizim şehirli anlayışımızla belki kaba bulacağımız ama onlar için de kendi doğal hitaplarına dönüşüyor. Bu ‘hişt delikanlı’ da olabiliyor, kimileri de alkolün seviyesine göre ‘hişt küpeli’ de olabiliyor. İlk başta bir garipsiyorsun, ama evet orada küpeli olan bir tek sensin.
Hakan: Hiç pişman olmadım bu kararı verdiğime. Maddi anlamda çok kaybım vardır mesela ama yine de pişman olmadım.
İbrahim: Pişman olmadım hiç. Tatile geldiğimde canımı sıkan şeyler olmuştu. Ama burada çalışıp yaşarken bir pişmanlık olmadı.
Fotoğraf: Yerdeniz Kamp
Bir sürü insanın kafasında var ya ‘bıraksak mı, bir köye mi yerleşsek’ fikri, çetrefilli de bir karar hayatları için. Bunu yapabilen olacak yapamayan olacak, ne söylemek istersiniz onlara? Ne gibi uyarılarınız ve tavsiyeleriniz olur? Ne gibi zorluklar yaşanıyor burada?
‘Keçinin peşinde üç saat koşup sonra karar versinler’
Tuncay: Birden göçmesinler. Yavaş yavaş baksınlar. Ne yapabileceklerini görsünler. Ben bir valizi alıp geldim ama o biraz marjinal bir durumdu bence. Önce gelip bir ay yaşasınlar, iki ay üç ay yaşasınlar. Böyle bir yerde gelip gönüllü olarak çalışsınlar. Kampla ilgili birşey yapmak istiyorlarsa özellikle bunu tavsiye ederim. Arazi almak, arazi alıp yerleşmek istiyorlarsa önce gidip bir çiftlikte çalışsınlar. Bu ekolojik tarım yapılan çiftlikler var örneğin, bu gibi oluşumlarda gidip çalışıp bir baksınlar. Bir ev alıp, keçi alıp, arazi alıp ekip biçmek istiyorlarsa öncesinde böyle birşey yapsınlar. Bir keçinin peşinde üç saat dolaşsınlar ve bu işi yapıp yapmayacaklarına daha iyi karar verirler.
‘İdeal dünyada doğayı sevdiğini düşünebilirsin ama…’
İdeal bir düşünce olarak doğayı çok sevdiğini ve orada yaşamak istediğini düşünebilirsin. Mesela iki hafta sırt çantanı alıp Likya Yolu’nu yürü. Acele etmene de gerek yok, üç gün orada konakla, beş gün orada konakla. Doğayla iç içe olmak için Cennet Koyu’na git mesela, bir kaç gün kal çadırınla. Kamptan ihtiyaçlarını da giderebilirsin ama daha yine de denenmesi gerekiyor.
– O sırada resepsiyondan Emel gelip Tuncay’a iş talimatı geliyor (böyle talimata can kurban diyesi geliyor insanın): ‘Tuncaycığım yabancı müzisyenle kız arkadaşı bir kaç gün daha kalmak isterlermiş, bizim çadırlardan bir tane iki kişilik ayarlamamız gerekiyor. Birazdan halledilebilir hemen şart değil, bilgin olsun. İsimleri Jason ile Dia’.
‘Değiştirmek istediğiniz belki de başka bir şeydir, iyi düşünün’
Burak: Benim yaşadığım şey, koşullarım öyle getirdiği için topyekun bir değişiklik oldu hayatımda. Eş zamanlı olarak işten ayrıldım, evimi kapattım, öncesindeki son dört yıl birlikte olduğum kız arkadaşımla ayrıldık ve ben bu yola tek çıktım. Direkt böyle yapmalarını tavsiye etmiyorum. Ben onun yerine şunu öneriyorum; Şehirde topyekun bir şikayet hali var. Trafiğinden de, stresinden de, insan kalabalığından da, iş yerlerindeki uygulamalardan da şikayet var. Ama aslında herkesin hayatının her alanında bu kadar çok şikayeti ya da değşitirmek isteyeceği şey olduğunu düşünmüyorum. Ben şikayet eden arkadaşlarıma şunu tavsiye ediyorum: Aslında hayatlarımızı belirleyen dört beş parametre var: Mesleğin/işin, eşin, oturduğun semt, oturduğun ev.. Oturup bunlara daha sadece bakıp, ‘Ya ben neden şikayet ediyorum?’ diye sorsunlar. Mesleğini seviyor olabilirsin ama iş yerinde rahat değilsindir. Semtini seviyorsundur da oturduğun evden mutlu değilsindir. Aynı semtte başka bir eve çıkabilirsin, aynı sektörde başka bir iş bulabilirsin. Başka sektöre geçebilirsin. Birlikte yaşadığın insanla yaşadığın ilişki artık sana birşey katmıyorsa ya da sen ona katmıyorsan o ilişkiyi değiştirebilirsin. Ama bunu sade sade yapmak daha doğru. Pat diye bodosloma bu yola girmeyin.
‘İnsanlarda herşeyin değişeceği beklentisi var ama öyle olmuyor’
Hakan: Bir sezon çalıştığımız otelde birlikte çalıştığımız kişilerle çok anlaşamadık örneğin. Küçük yere gittiğinde herşeyin değişeceği beklentisi var ya insanlarda, öyle değil. Kesinlikle öyle değil. Karşı komşun gelip ‘Acaba neresini şikayet etsem?’ diye bakıyor. Yani öyle herşey güllük gülistanlık değil. Klozet kapağıyla bile kendiniz ilgilenmek zorundasınız. Kabak için bu böyle. Adres olarak örneğin burası sokak yapmışlar ama kanalizasyonu yok, elektrik yok, çöpün toplanmıyor, ama vergi alınıyor. Çevre vergisi de ödüyoruz. Su yok, suyu satın almak zorundayız. Elektrik var ama kaliteli birşey yok. Geçeceğimiz yollar için para ödemek zorundayız örneğin. Suyu olan birinden su satın alıyoruz. Bizim mülk sahibinin var örneğin suyu, yıllık belli bir miktar parayı senden alıyor, bazen onun suyu da bitiyor ve tankerle almak zorunda kalıyorsunuz – iki yıl önce başımıza geldi bu. Bahsettiğim şebeke suyu içme suyu değil.
‘Başarısızlıkları başkası üzerine atmaktan uzaklaşmak lazım’
Hakan: Şikayet etmemeye başlaması gerekiyor insanın bir kere. Hayatından bazı kelimeleri çıkarması gerekiyor. Yoksa hep birilerini suçlamakla geçiyor zaman, şehirde de olan bu. Başarıları kendi üzerine giyip, başarısızlıkları başkası üzerine atmaktan uzaklaşmak lazım çünkü gerçek bir durumla karşılaşıyorsunuz. Para kazanamazsak kira da veremeyiz.
‘Doyunca sofradan kalkmasını bilmek lazım’
Burak: Çünkü ben şehir hayatından ya da beyaz yakalı hayattan yaka silkerek yapmadım bu işi. O hayatın da çok güzel yanları var. Yeniden yirmi sene öncesine gitsem yine İstanbul’a giderim. Sosyallik ve siyaset seviyorum, eğlence seviyorum, kültür sanat gece hayatı seviyorum, e bunların hepsi İstanbul’da paket olarak var ve Türkiye’de en iyi orada var. 20’li yaşlarımda olsan yine oraya giderim. Ama doyunca sofradan kalkmayı bilmek lazım yoksa obez oluyor insan. Ben o hayata doydum.
‘Dubai’de on katı kazanacağım plazada olmaktansa kül tablası temizlerim’
Burak: Yaşayabileceğim kadar yaşadım. Hem yurtiçinde hem yurtdışında görev yaptım. Ya bir üst derece müdürlüğü yöneticiliği hedefleyecektim ya da yurtdışına gitmem gerekecekti kariyer basamakları açısından. Ama o dönemde Ortadoğu organizasyonuna bağlı olduğum için gidebileceğim yer Dubai’ydi. Ben Türkiye’de bir tane plazaya girip çıkamazken kendimi doğaya atmışken, tamamı plaza olan bir şehirde yaşamam mümkün değil. Gittim geldim, denedim ve ne kadar lüks olursa olsun ‘Yok bu benim yaşayacağım bir hayat değil’ dedim.
Kentten ayrılmak isteyenler bu işe daha planlı bir şekilde girişmek istese nereden başlamalı peki? Ya da hangi konularda kendini geliştirmeli?
Fotoğraf: Yerdeniz Kamp
Tuncay: Doğaya yerleşmek için bir kaç seçenek var. Doğaya değil de İstanbul veya Ankara gibi bir büyükşehirden kaçmak istiyorsun. Birincisi Fethiye’nin merkezine yerleşmek. Zaten aslında İstanbul’dan bir açıdan çok farkı yok. Fethiye’de bir ev alıp ya da tutup eşya alırsın. Sadece daha küçük bir şehir, trafiği olmayan bir şehir, daha az stresli bir şehir, çevresinde arabayla gezilebilecek çok fazla yer var. Ama İstanbul gibi sosyal olanakları yok, gece içmeye bir bara gidip sosyalleşemezsin muhtemelen. Daha küçük bir çevren olur. Ama bir saat mesafeyle gezebileceğin yerleri bitirmen bir ay sürer en az. Bu daha küçük bir şehre taşınma planı.
‘Ya bilgisayarla iş yapacaksın, ya da buralarda çalışacaksın’
İkinci seçenek bence Fethiye gibi kırsal bir şehrin köy veya kasabasına yerleşmek. Bunu yapıyorsan da yine iki seçenek var, ya bilgisayarla şehre iş yapıyorsundur, çeviri yapabilirsin ya da benzeri bir işle az bir kira ödeyip 300-400 lira kira ödeyip hayatını öyle geçirmektir niyetin, ya da buralarda bir iş yapmaktır. Bir iş yapacaksan da bağ bahçe arazi alman gerekiyor. Küçük bir bostan alman gerekiyor. Ama şehirden uzaklaştıkça şöyle bir sorun çıkıyor. Artık kendi başının çaresine yavaş yavaş bakman gerekir. Mesela su tesisatına kendin bakman gerekir. Su tesisatıyla, elektrikle ve benzer şeylerle ilgili sorun olduğunda kendin ilgilenmen gerekir.
‘Fethiye’den usta çağırırsan 500’e gelir, o da iki güne gelir’
Bahçede zeytin ağacını ekeceksen o zeytin ağacının nasıl yetiştiğini, ne yaparsan zeytini dökebileceğini, ne yaparsan ondan daha iyi ürün alırsın, bostanı nasıl yetiştirirsin, soba nasıl yakılır kışın bunları öğrenmen gerekir. Kışın evin kaloriferli olmayacak mesela, soba yakman gerekecek. Odun alman, onları istiflemen, yağmurdan koruman gerekecek vb. Sadece odun ve o sobayı yakmak bile bir mesai demek. Herşey bir mesai demek ve başının çaresine biraz bakman gerekiyor. Fethiye’den usta ararsın 500 liraya gelir, o da iki güne ancak gelir. Burada (Yerdeniz Kamp’ta) bu işleri genelde ben ve Hakan yapıyoruz.
‘Herşeyi başkasına yaptıracaksan zaten şehirden hiç ayrılma’
Bir de bu işin maddi kısmını merak ediyorum. Geçinebiliyor musunuz? Eski hayatınıza göre neler değişti? Tüketim alışkanlıklarınız değişti mi? Seyahat edebiliyor musunuz? Güvenceleriniz var mıydı bu kararı verirken?
Hakan: Arazi bizim değil, biz onun ırgatlarıyız. Arazinin kirasını veriyoruz ama işletmesi bizde. Şu anda beşinci yılımızdayız. Burada da Ankara’daki işimize benzer bir sistemimiz var, işleri kendimiz yaparak dinamiği öyle kurmaya çalışıyoruz. Patron değil de ortaklar tanımlaması yapılabilir. Yılda dört beş ay – haziran, temmuz, ağustos, eylül kesin – sezon var. Mayıs ve hatta nisanda gelenler oluyor. Ekime çok sarkmıyor ama buranın tamirat tadilat işleri mart nisan aylarından itibaren başlıyor.
‘Şehirde bir ayda harcadığımızla burada beş kişi geçiniyoruz’
Hakan: Maddi olarak göreceli bir durum, şehirde yaşarsan burada kazandığın para hiçbir şekilde yetmez ama burada yaşamak için yeterli. Şehirde bir ayda harcadığımız parayla beş kişi burada geçiniriz. Çünkü çok bir harcaman olmuyor burada. İstanbul’da sokağa çıksan, bir günde hiçbir şey yapmasan harcıyorsun. Şehirde bir ayda harcadığımız parayla beş kişi burada geçiniriz. Çünkü çok bir harcaman olmuyor burada. İstanbul’da sokağa çıksan, bir günde hiçbir şey yapmasan harcıyorsun.
Enflasyon bizi de etkiledi. Alışverişi kentten yaptığın için fiyatlardaki yükselişi biz de hissettik. Yüzde 40’a varan fiyat artışları var. Biz bunu insanlara yansıtamıyoruz tabii ki. İçki fiyatları keza aynı şekilde sert yükseldi. Müzikte inat ettik biz gideri çok olmasına rağmen. Çünkü o müzisyenleri ağarlamak lazım ve masraflı bir durum bu. Ama müzik bizim burada 40 kadar kamp alanının olduğu Kabak’ta tanınmamızı da sağladı.
‘Güvencem olmasaydı yapar mıydım aynı şeyi? Çok zor’
İbrahim: Eğer bir güvencen olmasaydı da yapar mıydım aynı şeyi? Çok zor. Bu ekonomik koşullarda mümkün değil. Fakat bu emeklilik gelirim olmasa çalışmam gerekecekti yaşamımı idame ettirebilmek için. Maaşlı çalışanlar da var burada ama emekli maaşı gibi bir gelirin olmasa istediğin konserlere gidemezsin ya da yılda bir ya da iki kez yurtdışına çıkamazsın. Yok öyle birşey. Buradaki konserlere gidip birşeyler de içebilirsin ama burada zaten altı ay maaş alınabiliyor. Diğer altı ay çalışılamıyor. Ancak İstanbul’a Ankara’ya gideyim, bir kaç arkadaşımı göreyim diyebilirsiniz. Ben ekstra güvencem olduğu için bunları yapabiliyorum, olmasa yapamazdım.
Burak: Benimki topyekun bir değişim oldu. Bunun sonucunda da zorlandım tabii ki. Maddi olarak gelir düzeyim öncekinin beşte birine onda birine indi. Duygusal olarak dört yıldır birlikte olduğum insanla ayrıldım ve kendi başıma yola çıktım. Alışkın olduğum şehir yaşamından ayrıldım ve direk sırt çantası ve çadırla doğaya attım kendimi. Bunu tabii ki birçok insan yapabilir ama zor.
*Bu yazı ilk kez Diken.com.tr'de yayınlanmıştır.