19 Ağustos 2011 Cuma

Sziget Müzik Festivali ve vosvostan vakitler şenliklice...

Olayın adı: Sziget Müzik Festivali 2011
Lokasyon: Budapest - Hungary

Katılımcı 1: Me Myself and I - Häfele
Katılımcı 2: Merih İnal Dereli - İşbankası
Katılımcı 3: Engin Güzel - Abdi İbrahim'di Borusan oldu :)
Katılımcı 4: Ali Ortaç / Müco - Unilever
Katılımcı 5: Barış Ekinci - Turkish Bank

(soldan sağa)


Nasıl başladı bu yolculuk tam hatırlamamakla beraber en önemli etken içimizdeki "kaçma" dürtüsüydü. Neşemize rağmen yaşamaya devam eden nihilist taraf sağ olsun, dünya görüyoruz...Yalnız kalmayı sevmekle beraber yıllardır görmek istediğim balkanlara yalnız değil de şenlikli gitmek lazım diye düşünüp liseden can ciğer dostlara sordum; "Bi Dubrovnik falan mı yapsak? seneye de AB oluyormuş, vize falan uğraşmadan?" Balkan çiganı Engin sağolsun "böyle böyle bir festival var Hilal, adı da Sziget!" Sonra baktık okuduk biraz, line up çigan dolu, line up şenlik dolu. Güzelim şehir Budapeşte'nin ortasında bir adada (sziget ada anlamına gelen bir kelimecik zaten) Sziget diye bir şenlik 2011 yılında reşit oluyormuş, daha bizim anca haberimiz oluyor! Hesaplar yapıldı, gönüllüler ellerini kaldırdı, başladık çalışmaya. Şeker şeker türkçe konuşan konsolosluk görevlileriyle muhabbetler, parası olanlara multiple, olmayanlara single entry'li schengenlerle sonuçlanırken, bazılarımızın uçak bileti ikişer kere iptal oldu! ve hatta line up'ın güçlü sesi sevgili Amy Winehouse hakkın rahmetine kavuştu. Bu kadar aksiliğe rağmen, tırsmadık - devam ettik.
Bazılarımız Belgrad üzerinden, bazılarımızsa Hezarfen misali direk İstanbul'dan Budapeşte'nin Peşt'indeki havaalanına ya da Nyugati Pu tren istasyonuna vardık. Keşif grubu olmak mekana 12 saat öncesinden varmamdan dolayı bana düştü. Ben de havaalanında festival kuşlarının üşüştüğü kiosktan gerekli bilgileri ve beni 10 gün boyunca tüm toplu taşıma araçlarına biletsiz parasız pulsuz bindirecek ve tüm tarihi spa merkezlerine bedava giriş hakkı verecek olan Citypass adlı bilekliğimi alarak Sziget'in kapısına kadar giden otobüsüme bindiiim...

10 Ağustos'ta başlayacak olan festivalin girişindeki görkemli hoşgeldin-welcome-bienvenue vs. bayraklarıyla donatılmış demir yaya köprüsünden geçene kadar sırtımdaki çantaların ağrısı ve yerlerdeki çamur dilemasından dolayı festival havasına girememiştim. Ama önüme çıkan üç beş hollandalı Szigeeeeeet diye bağırarak elleri havada üzerime doğru koşmaya başlamasıyla "tamam" dedim.."artık şenlik başlasın" :D

Tabii kocaman adanın 55 sahnesinden biz Sziget 5'lisi nereye yakın olmak isteriz? WC'ler nerdedir? Nerde yer içeriz? Gölge bi yer bulmak lazım. Yerler de çamur, tüm kızlar dizlerine kadar çamur sıçratmış, yoksa güneş çıkmıycak mı acep; gibi sorularla kendimi girişteki alkol kontrolünden geçmiş, sağda çantadaki şaraplarını bitirmeye çalışan festivalcilere el sallayarak adada yürürken buldum. Ana caddenin adı Bob Marley Avenue. Bu caddeye paralel sokakların isimleri Jim Morrison, Jimmy Hendricks, Kurt Cobain, Janis Joplin vs. gidiyor... Yani en sakin haliyle bile Sziget sırf sokak isimleriyle ayaklı konçerto mübarek.

Bu arada böyle iştahla anlatıyorum ama biraz da maliyetlerden bahsedecek olursak, baktinde alınmış uçak bileti 150 €, Sziget Camping bileti 200 €, vizeyi kendiniz alırsanız 60 € cuk da o. Festival'de de güzel güzel yiyip içtiğimiz halde anca 200 € harcayabildik. Aslında bakarsanız Alaçatıda bir tatil = Sziget'e beş kere gitmek gibi birşey...Pasaportu unuttum, hiç yurtdışına çıkmamış olanlara Sziget biraz sert gelebilir :D Ama inat eder de siftah Sziget olsun diyen olursa pasaportlar da çiplisinden güzel bir 200 TL'ye geliyor sanırım, süresiyle birlikte :)

Festivale dönecek olursak, Bob Marley'den Janis Jopley sokağına dönüş yaptım ve kocaman ağaçların altında sarışın üç beş kız görünce, bizim arkadaşların gözü ve gönlünü düşünerek - evet bu kadar düşünceliydim onlar için :) - oraya doğru yöneldim. Festivaldeki 400.000 kişinin 250.000'i gibi bu komşularımız da Hollandalıydı. Belçika'da geçirdiğim vakit sağolsun, festivalin en ortak dilini rahatça anlamakla beraber Macaristan'da macarcadan çok hollandaca duymuş olmanın sıkıntısını Türk'ünden tutun da İrlandalısına kadar herkes yaşadı :) Bu arada ekşi sözlük yazarı olaydım da bugün "İrlandalılar ne şeker insanlarmış arkadaş! ben bugün bunu gördüm!" diye entry gireydim! :) Çadırı kolayca ve yardım almadan kurabilmenin verdiği gururla festival alanında para değil de akbil gibi işleyen Festivalkartya geçerli olduğundan info kiosklarından birine doğru yürüdüm, kartımı aldım, içine HUF yani macar forintleriyle doldurdum ve kendime güzelinden bi kahve ısmarladım. (350 forint yani 1.5 € bile değil.)

Belgrad'dan ağrı gelecek olan Engin ve Merih sabah 5 buçukta ordayız telefonunu duy dedikleri için bu yüklemeye ihtiyacım vardı. Bu arada güvenlik meselesine gelecek olursak, Sziget insanının gözü de karnı da tok, ama yine de hırsızlıklara mahal vermemek için bedava kullanabileceğiniz lockerlar var. Bir de geçen seneye göre accık fiyatların artmış olduğundan olsa gerek, yakınlarda konuşlanmış Auchan adlı süpermarkette çadır, uyku tulumundan tutun da LCd televizyona kadar ürün yelpazesi vardı. Bu detayları geçiyorum; bir şekilde hayatta kalabileceğinizden emin olun, Budapeşte'de çok zor ölür insan. Hele Sziget'te ölürse de mutlu ölür diyeyim :)

Hollanda ve İrlanda'lı komşularla line up, Türkiye, neden başörtüsü takmadığım vs. gibi girizgah konuşmalarını milyonuncu kez yaptıktan sonra biraz adayı turlayıp, süper marketten aldığım turuncu plaj sandalyeme oturup, yakındaki Meduza parti çadırından ve Pringles mix party areanadan gelen bas, trans sesleriyle ağaçları seyre daldım. Bi ara iki ingiliz kız üç beş hollandalı çadırım önünde muhabbet vs. Day -1'ı festivalin birası olan Dreher ile kutluyorlardı. 18 yaşında hollandalı bir velet 26 yaşında ingiliz bir kızın sarhoşluğundan istifade ederek hem telefonunu hem de iyi geceler öpücüğünü aldığında ben artık yorgunluktan geberiyoddum; Bi de baktım gece olmuş! Hadi goede nacht deyip, tir tir titreyerek, uyku tulumu almadığıma pişman olarak kat kat giyinip, gece 10 dereceye kadar düşen macar atmosferine küfürler yağdırarak güzel? bir uyku çektim :D

Sabah Engin ve Merih'i bir anne sevgisiyle iki sütlü kahve elimde yollarda karşıladım :) Merih'teki darbukayı görünce içim bi kıpır kıpır oldu ama "dur kızım daha saat altı buçuk!" diyerek gem vurdum hislerime :D çadırlar kuruldu, ada keşifleri yapıldı ve Day 0 deli bir Prince performansına doğru hazırlandı yavaş yavaş...Domuz eti yemeyen bizler karnımızı yugoslav hamburgeri, chicken nugget anlamına gelen pipi boxlar ve italyan pizzalarıyla doyurduk. Festivale yakışır uluslararası bir mutfak yelpazesi görmek de hoş oldu.

Festival burda anlat anlat bitecek gibi değil, ama unutulmazlarından seçmelerle devam ediyorum; Ana sahne, Dünya Müzikleri sahnesi ve Alternatif sahne arasında gidip gelen ben tabii ki zamanımı hitlere değil kendi zevkime göre ayarladım. Millet Chemical Brothers'dayken ben Gotan Project'te, millet Prodigy'de - ki allah onları bildiği gibi etsin - tepişirken ben Oi Va Voi konserindeydim.
Gotan Project konserine giderken bir alman, bir fransız, iki portekizli ve bir brezilyalının harika bir sinerji yarattığı bir grupla tanıştım, onlarla beraber Gotan'da tango yapıp sonra Amsterdam Klezmer Band'ın sahne aldığı Roma Sahnesine gidip deli çingeneler gibi tepiştik! Szigette geceler uzun, uyku süresi ortalama 3-4 saat. Kahkahası ise adamı gençleştiriyor.
Gogol Bordello öncesi palinkaları içip ortama kolay bir geçiş yapmış olan ben ter kokusundan bayılmamak için kendimi arka sıralara atıp biraz festivali ve delilerini seyrettim. Onlardan biriydim ama ara sıra büyük pencereden bakmak gerekti :) İstanbul'da Babylon sahnesinde biletleri 100tlden başlayan bu adamların deliliği Sziget'e çok yakışmış; her sene gelsinler. Goran Bregovic ise, kendisine hasta olmakla beraber, bu sefer yanında Alen Ademovic değil de diğer solist çocukla çıktığı için üzüldüm. Ama Goran; herzaman ki Goran. Dünya sahnesinde önce 257. sırada iken, dayanamayıp, enerjimi toplayıp, en ön sıraya kadar gidip, şarkıların hepsini bildiğimdem yanımdaki rus çiftin "sen nerelisin? e türksen şarkıları nasıl biliyosun?" sorularına maruz kaldım :)
Bir de yine alternatif ve dünya sahnelerinde iki isim vardı ki, günün şarkısı blogunu takip edenler bileceklerdir; Hindi Zahra - çöllerin Billie Holiday'i, ve Debout Sur le Zinc! güneş yüzlü keman çalan vokalleriyle bizi bizden alan müzikleri. Allahım sana geliyorum dedim bir ara. Bizimkilerin Macar kız sevdasından accık da olsa darlanmış, ruhumun derinliğine müziği tepiştirdikçe tepiştiriyordum. Tabii bunların hepsi prime time'da oluyor. Saat 12 dedi mi bünyeye gerekli içecekleri alıp (bira 530 huf; şarap 230 huf; kokteyller 1500 huf gibi fiyatlara sahip yani max. 5 euro o da pahalı kokteyller )ya Pringles Mix tent, ya Burn Party arena ya bizi uyutmayan Meduza çadırına gidip (çadır dediğime bakmayın - bi ikibin kişiyi alacak mekanlar bunlar) Hollanda Styla trans müzikseverlere dönüşüyorduk.
Canı çingene müziği çekenin Roma çadırına gittiği, Reggea olmak isteyenin Reggea sahnesine koştuğu, heavy metal sevenin - ki sevmediğim halde iyi parçaları olan Within Temptation'ı da seyrettiğim - metal ana sahnesine yuvarlandığı, müzik istemeyenin ağaçlar, güneş ve Budapeşte havasıyla bir mayhoşlaştığı cennetten bozma bir mekandı Sziget. Toz topraktan ve çadırlarımızda dolaşan börtü böcekten pislendikçe duşlara ya da şehrin yüzlerce yıllık spa merkezlerine gittiğimiz bu on gün çoğunlukla Sziget'te geçti fakat yeri geldi atladık yeşil trenimize şehre indik. Gulaşımızı yedik, "Türkler'in hüküm sürdüğü karanlık dönemlerde yıkılan bu bina..." vs ile başlayan monument açıklamalarını utanarak okuduk, Macarca'yla Türkçe'de tam olarak aynı olan "Alma var cabimda" (elma var cebimde) cümlesini bir çok macardan duyduk. Sevdik bir Budapeşte'yi sevdik! :) Sıkılan ve yeter artık diyen olmadı. 15'inde biten festivalden sonra 17sine kadar kaldığım Unity hostel ise bu şenliğin koşturmacasının üzerine 5 yıldızlı otel gibi geldi. Çarşaf ve yastıklara teknolojinin son icadına bakan aborjiin gibi bakarken buldum kendimi bi ara!
Sonra şehre indik...Şehirde iki günü daha olan ben ve terk-i diyar edecek diğer Sziget katılımcıları Vörösmarty Ter adlı meydanda ülkenin önemli şairlerinden Vörösmart heykeline bakarak, Let it Be çalarken bizim zırtopozları ağlama seviyesine getirebilecek bir sokak müzisyencisine kulak kesilerek çimenlerin tadını çıkardık. Sziget'i ve gelecek Sziget'leri düşündük.
Ali'yi İstanbul'a, Engin ve Merih'i dönüş uçaklarının olduğu Belgrad'a, Barış'ı da Prag'a uğurladıktan sonra, Szigetten ve gecenin çadırdan sızan soğuklarından hatıra gribim ve ben, Budapeşte sokaklarını gezdik sakin sakin. Kalesine çıkıp, köprülerin ihtişamına bayılıp, gelip geçen tekneleri İstanbul'dakilere nazaran çirkin bularak, kah tren, kah otobüs, kah metro Citypass'ımla girilecek en güzel Spa merkezlerinde 40 derecelik açık havuzlarda keyifler yaparak, iş başı gününün yaklaşmasının gerginliğini atmaya çalıştım :)

Büyük Market Hall'da kaz ciğerlerinden tadıp, minik bi kutucuk alıp, esnafla muhabbetti de atlamadan, küçük küçük hatıracıklar aldım. Budapeşte bu, unutmamak - unutturmamak lazım :) Sonra vurdum kendimi şehrin en yüksek noktasına, Kale'ye ve şehrin en büyük galerisine. Orda da yanıma kutlama için aldığım Heineken şişesini açmaya çalışırken yaklaşan ve açacağım var isterseniz diyen hanımefendi teyzeyle ilginç bir dialogum oldu :) Ben nerelesiniz diye sordum; Macarım dedi. O nerelisin dedi; Türk'üm dedim. İstanbul dedim :) Çok kibar kesinlikle ırkçı olmayan bir sesle "İçerde bir sergi var, türklerin burda hüküm sürdüğü karanlık dönemleri anlatan bir resim sergisi, bence görmelisin" dedi...ben yutkundum. Kendimi Irak'taki Amerikan turist gibi hissetmekle beraber, "evet okudum birşeyler, tabii bakarım, teşekkürler - açacak için de!" dedim...ve sessizce yumuldum Hollanda'nın kutsal suyuna...

Operası, Listz'in memleketi olması, her yerinden müzik tiyatro vs. fışkırması, beni benden alması...Basilicası, Szechenyi Spa'sı, Gellert's Spa'sı, Mustafa Paşa'nın favorisi olan Lucas's spası derken camışlar gibi hamam-havuz-bahçe triosunu yapmakta ve sonra yiyip içmekte olduğumuzu farkettim bir an. Tabi bizim beyler daha çok Axe Action ürün lansmanı standında erkeklere duş aldıran kızlarla muhabbette idiler. Kapitalizm orda da bir şekilde kanca atmasını biliyordu hayatlarımıza :D Neyse, herkes memnun, kavgasız dövüşsüz :) ülkelerimize sağ salim döndük, ve Budapeşte'yi düşündük.

Hatta mesai saatleri içinde hayaller kurdum; Seneye line up'ta bir Brazzaville olsa, bir Cirrus olsa, bir Paolo Nutini olsaaa...


Biz seneye yine oradayız.. Bunca zaman niye gitmemişiz onu düşünüyoruz...

hil'alem

3 yorum:

  1. bir dahakine ben de varım yazın listeye

    YanıtlaSil
  2. hil'alem canım sıkıldıkça okuyorum bunu. biz henüz yerleşik hayata yeni yeni geçtiğimiz için yazılı edebiyatımız da pek gelişmedi.içgüdülerimizle yaşıyoruz daha çok, festivalde de örneklerini gördün zaten :) senin bu kayıtların gerçekten çok değerli, ilerde ne kadar değerli olduğu daha da güzel ortaya çıkacak.torunuma link atacam, bak biz senin yaşlarındayken neler yapıyoduk gör diye (tabi o zamana link diye bişey kalırsa).2012 de yaklaşıyor, robdöşambrımı hazırlamaya başlıyım yavaştan.

    YanıtlaSil
  3. ahahaha :) delisin! torunlarını görürsek özellikle robdöşambrlı fotograflarından bir seçki oluşturup albüm yapmak lazım göstermek için. Sağol Engin'im. Dediğin gibi ilerde okuyunca güler miyiz ağlar mıyız bilmiyorum ama, bir yerlerde yazılı edebiyat olarak kalması önemli.

    YanıtlaSil