13 Şubat 2019 Çarşamba
Radyo bana ütünün buharını hatırlatıyor
Öncelikle dünya radyo gününüz kutlu olsun! Evet, bugün dünya radyo günüymüş! Nerden öğrendin derseniz sabah radyoda duydum 😀
Önce 1880’lerde Heinrich Rudolf Hertz (Alman mucit bir abimiz) elektromanyetik dalgaları bulmuş, sonra 1895 yılında (İtalyan mucit bir abimiz) Gugliermo Marconi radyo iletişimini keşfetmiş. İcat edilen bu muhteşem aygıt/teknoloji, çok insanın hayatını değiştirdi ve değiştirmeye de devam ediyor. Afrika’da hala radyo istasyonlarının sayısı televizyon ve gazetelerden fazlaymış mesela ve bazı ülkelerde nüfusun büyük çoğunluğu hala haberleri radyodan takip ediyormuş.
Efendim Birleşmiş Milletler 1946 yılında kurduğu kendi radyosunun doğumgününü olan 13 Şubat’ı 2011’de Dünya Radyo Günü olarak kabul etmiş. Lakin bunlar işin fiziksel boyutu. Benim radyoyu başka bir taraftan anlatasım var.
Hayatınızda radyonun yeri var mı bilmiyorum ama, premium bir Spotify kullanıcısı, YouTube müzisyenleri takipçisi ve Instagramda müzikli paylaşımlara ortalamanın üzerinde ilgi gösteren bir kullanıcı olarak söylüyorum; “Radyonun yeri başka!” Hani kindle’ınız veya herhangi bir e-kitap okuyucunuz olsa da “Kitabın yeri başka!” dersiniz ya, ona benziyor.
Radyo hayatımda hep önemli bir yere sahip oldu. Annem alıştırdı aslında bizi radyoya. Yatılı okula giderken haftasonları okula dönmeden önceki gece bizi yatırdıktan sonra bavullarımıza konmak üzere ütü yaparken dinlediği Radyo Alaturka sayesinde farkında olmadan türk sanat müziği eserlerini bilir olmuşuz - çok sonra farkettim rakı sofralarında. Ve her Radyo Alaturka dinlediğimde o temiz nevresimlerin içinde kızkardeşimle yatağı ısıtışımız gelir aklıma - bir de ütünün buharı...
Ortaokul yıllarında can arkadaşım yoldaşım Sevinç’le Joy Fm’in ingilizce romans dolu şarkılarında hem “ağzımıza geldiği gibi” söz uydurur hem de küllü biralarla sarhoş olmaya çalışırdık - annesi içerde dua ederken :) Hoşgörülü kadındır Sıdıka anacım.
Sonra Darüşşafaka’da lise yıllarında yatakhanede “Uyanıııın, uyanın, uyanın, uyanın, uyanın!” diye bağıran (ama 58bin900 kez!) Bay J vardı Number one ya da Power Fm olması lazım.. Hoparlöre yastık fırlatanlar falan olurdu ama güzel zamanlardı, şahsen ben şikayetçi değildim. Lise son olduğumuz 2003 yılında da Noir Desir’in Le Vent Nous Portera hit olmuştu. Şarkının girişindeki melodiyi düşünün, pijamalarla o tempoda çıkardık yataklardan. Bence şahane bir uyanış!
Sonra Radyo Eksen girdi hayatımıza. Gülşah Güray hala sabahların vazgeçilmezlerinden. Sadece müzik değil müziğin arkasındakilerle araştırmacı gazeteci gibi program yapar Gülşah. Bayılırım! Arada sırf o çalıyor diye Radyo Eksen partilerine de gidiyoruz Hüsniye’yle (fahri ablam). Tarlabaşı'ndaki evinde de çok dinlerdik Bağcılardaki işlerimize (Dünya Gazetesi ve DHA) işe gitmeden önce, şimdi Abbasağa'da da dinliyoruz. Yine Eksen’de haftasonları Kaan Sezyum’la eşi Deniz’in bir programı var “Saygıdeğer Eşim”, şiddetle tavsiye edilir.
Bir ara 2003 yılında ben kendimi de radyoda buldum birden! Belçika’da yanında değişim öğrencisi olarak kaldığım aile ile Noel’i kutlamaya hazırlanıyoruz. Değişim organizasyonumdan birilerinin tavsiyesi üzerine, bir radyo kanalı/farklı kültüre mensup öğrencilerin Noel hakkındaki görüşleri üzerine bir röportaj yaptı benle. Daha gideli beş ay olmuş, flemenkçem rezalet! Ama atlattık bir şekilde ve ertesi gün Noel sofrasında tüm aile o röportajı dinleyip radyodan ne güldük ne güldük!
Sonra bir gün yıllarca burslu okuduğumuz Darüşşafaka’yı Geveze’nin programında anlatmamızı istediler - yine ben ve can arkadaşım yoldaşım Sevinç (hani bira külleyip sarhoş olmaya çalıştığımız) çünkü sınav başvuruları başlamıştı ve ne kadar duyurabilirsek o kadar çocuğun hayatı değişebilirdi. Gittik anlattık - ilk kez bir radyo stüdyosunun içine girmiştim ve yıllarca sesini duyduğum Geveze karşımda canlı canlı duruyordu, bir garip geldi - e o da insan tabi niye garip geldiyse...
Boğaz Köprüsü’nden servisle geçerken benzin fiyatlarını protesto etti bu ülke Nihat Sırdar’la. O zamanlar Alem FM deydi, memleket meselelerini ele aldığı için çok yer değiştirdi. Bizim servis şöförü abi de basardı kornaya :) çok eğlenirdik beyaz yakasın ama işe giderken böyle sanki devrim yapıyoruz
O kadar alışmışım ki radyoya! Kendi evime de ilk aldığım eşyalardan biri olmuştu radyo. Mutfakta radyo olmadan olur mu? Olmaz. Yemeğin tadı olmaz!
Velhasıl, Soundcloud, iTunes, Spotify - ve hatta Spotify’da beğendiğimiz şarkıların radyo istasyonuna tıklamak-, YouTube mix listeler vs derken geldik Internet radyoculuğuna... Radyo Kulesi diye bir uygulama var arkadaşlar, indirin pişman olmazsınız. Ücretsiz ve şahane! Hatta ben doyamayıp 19,99 tl olan notebook versiyonunu da indirdim.
Şimdi her sabah Radyo Sputnik’te Darüşşafakalı gazeteci abim Zafer Arapkirli’yi dinliyorum. Memleketin gündemini en tadınız kaçmadan ve kara mizahla dinleyebileceğiniz noktalardan biri. Karasal yayında da var ama ben uygulamadan dinliyorum metrobüste işe (Diken) giderken. Jeneriklerinden Ahmet Hakan’ın köşesini okumaya başladığında eleştirel bir “oynak” imasıyla arkadan hafifçe duyulmaya başlayan 9-8 oyun havalarına bayılıyorum! Memleket meselelerine çözüm odaklı bir bakış açısı sağlayan sunumu ve konukları, gazete manşetlerini aktarırken kendisinin liseden de üç dönem alt kardeşi olan Dünya Gazetesi genel yayın yönetmeni Hakan Güldağ’ın manşetinde sona ünlem koymasıyla (ya da koymamasıyla) uğraşması ve iki saat dur durak bilmeden konuşabilmesi takdire şayan :) Zafer abiyi her sabah 07:00-09:00 arası dinlemeden edemiyorum gibi. Arada Eksen Gülşah Güray’a döndüğüm de oluyor reklamlar sırasında :)
Son olarak Radyo Kulesi uygulamasında bu saydıklarım dışında bazı favorilerimi de paylaşayım bitsin: Radio Swiss Jazz (evet jazz dinleyip belgesel izliyorum :P), Anatolian Funk (şu anda tadilatta çok üzülüyorum), Radio Deep Sound, Swiss Classic Radio (isviçreli biliminsanlarından sonra radyolarını da takdir ediyorum) ve Açık Radyo!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)