10 Şubat 2017 Cuma

Satıcı (Salesman) - Farhadi'den Ortadoğu insanına dair...




Daha önce de En İyi Yabancı Film dalında 'Bir Ayrılık' filmiyle Oscar alan İranlı yönetmen Ashgar Farhadi'nin son filmi 'Satıcı' (Salesman) yine bir İran başyapıtı olmuş. Cannes'da 2016 yılının en iyi senaryosu ve en iyi erkek oyuncu (Shahab Hosseini) ödüllerini de alan film İran'da tiyatroyla uğraşan bir çiftin başına gelen talihsiz bir olayın hikayesi. Çok spoiler vemeyelim; Trump'ın İran'ın da dahil olduğu 7 ülkeden gelen vatandaşlara giriş yasağı getirmesinin ardından en iyi yabancı film dalında adaylığına rağmen Oscar ödül törenine gitmeyi reddeden Farhadi'ye bizzat sinemaya gidip bi destek verirsiniz sinema severler. Başka Sinema'nın olduğu heryerde 'bize hergün festival' kafasındaki izleyicilere sunulmuş. 

Farhadi modernle gelenekselin arasında kalmış İran insanını da, cehalete sığınarak tüm kötülükleri yapabilen ve 'şeytana uydum' diyerek suçu üzerinden atmaya çalışan Ortadoğu vandalını da, Ortadoğu'da kadın olmayı da güzel iğnelemelerle veren bir film. Bu arada kalmışlık meselesi çok İran'a has değil biliyorsunuz, bizde de hayli baskın patalojik bir durum. O yüzden hikayede bizden de çok şey bulursunuz. Öyle çok politik bir film değil, tiyatroya gelen sansüre veya fahişeyi oynayan oyuncunun kıyafetsiz sahneye çıkması gibi bir seçenek olmamasına dokundursa da, hikayenin aslı İran, Türkiye ve diğer birçok Ortadoğu ülkesinde görülebilecek olaylar ve durumlar silsilesi... 

 Bir de Shahab Hosseini, o Cannes ödülünü hakede hakede almış. Oyunculuk (ki çok fazla oyuncunun olmadığı bir film) ve senaryo filme ilgiyi hiç kaybetmeden izlemenizi sağlayan türden. Yeri gelir sinirlenebilirsiniz. Yeri gelir şaşırabilirsiniz. Tıpkı insanlık gibi! Çok doğal ve çok insan bir film. İyi seyirler! 

 Hil'alem

3 Şubat 2017 Cuma

Koyun gibiyiz be kardeşim! Ama bizi koyun edenler utansın!



Eveet... nereden başlasam bu 'olacak o kadar' hikayesine! Levent Kırca'dır Aziz Nesin'dir anlatıp dururlardı Yaşar ne yaşaaar ne yaşamaz diye. Ülkeye döndük dakika bir gol bir bir halk mücadelesinin içinde buldum kendimi. Amaç: yeni kimlik yeni pasaport yeni vize. Yol yordam: yeni elektronik kimliğin ygs'ye bi ay kala sınavda zorunlu kılınmasından dolayı yaşanan çılgınlığın içinde bir balık efendime diyeyim bir koyun olmak! Evet deneyenler varsa görmüşlerdir randevulu çalışan hiçbir nüfus dairesinde marta kadar randevu yok. Yer: Anadolu yakasında randevusuz tek gidilen daireler Ataşehir ve Adalar. 21.yüzyılda sistem halkın eline bırakılmış geceden gelenler kaymakamlığın dışına 'liste' yapıyor. Ertesi gün kapılar açılınca da bu listedekiler sırayla numeratörrrden numerö alıyor. Saat dokuzda da gelseniz geceden gelen 160+insan numara aldığı ve numara kalmadığı için geç kalan koyunlar evlerine dönüyor. Fekat! İkinci gün gark olduğum liste hikayesinde 'hani nerde başlar ne zaman yazılır nere asılır vs' bir listeyi ben başlatmak durumunda kaldım. Aslında gurur verici! Birinç! Sonra liste 15-20 kişi olana kadar teyzoşumla soğukta bekledik. Neden? Adalet halkın eline bırakılmış, yurdum orta gelir tuzağından orta seviye zeka ile kurtarılmaya çalışılmış ama başarılamamış! Velhasıl listem gururla asılı, nöbeti bi beyefendiye devrettik. O da gece onbuçuğa kadar beklemiş ve başka birine nöbeti devretmiş. Sabah karaga bokunu yemeden geldiğimizde ise zurnanın zort dediği sahneyle karşılaşıyoruz: Liste var ama başka! Birileri 100 kişinin adını yazdığı listeyi atıp yeni liste asmış duvara! E akıllıca tabi! Yenilisteçeriler ve Eskilisteçerilerin bağırışmalarıyla geçen 07:00-08:30 süresince sıradakilerle (yeni sıram 118) birbirimize iyice kaynaşmıştık! Dedim ki onlara kapılar açıldığında eski liste geçerli olursa sizi hiç unutmayacağım ama koşarak içeri gideceğim :) herkes halime çok üzülmüştü ama kolektif kültürün şeysini özlemişim heralde gülümsüyordum devamlı. Hatta eskiçerileri genelde 'abi bak ben birinci sıradaydım şimdi 118'im' diyerek koyun olmaya ikna ediyordum. Çünkü koyun gibiyiz be kardeşim! Neyse ki günde 140 kişi alınıyordu ve en azından bugün işim hallolacaktı bencilliğiyle sıramda zeytinli açma vs. ayakta kahvaltı yaptım. Numeratörrrlere geldiğimizde ortalık çok karıştı. Eskiçerilerden tanıdığım bi kaç bey vatani görev gibi insanlara numara veriyor isim okuyordu. Dohsan beş! Namık Topuuuz! Yüzonyediiii Setenaay seksek! Zzzt numeratör bozuldu durun! Aa yok bozulmamış nüfus müdürünün odasını bastığımda açıkladı kendisi. Memurlardan biri hamile imiş o yüzden bugünkü kontenjan 140 değil 120. Arada bi kaç kişi kardeşine bacısına da alınca iki günlük savaşın ardından tötüme baka baka dönmem gerekiyor ve saat daha sadece dokuz! Ama o da ne? Eskiçeri yoldaşlardan muharrem bey 'sen gel şuraya bi ne giriyosun müdürün odasına al ben sana numara vercem' dedi. Sevinsem mi üzülsem mi bilemedim. Ama sevindim sayılır. Bu lanet en azından bugün sonlanacaktı! Da ülkemin orta zeka tuzağından kurtulmasına çok vardı. Nüfus müdürüne de dediğim gibi bu vatandaşın bi günahı yok. Böyle sistemin (sistemsizliğin) ve adaleti halka teslim etmenin acılı sonuçları olur. Ben hala bekliyorum sıramı bu arada. Yan taraf zübeyde hanım örtmen evi, içerde de kına var 'ankaranın bağlarından hacıyı da çarşıya göndermişlere'e varıncaya güzel bi havalar. Bi girip göbek atıp geliyorum.

Ve bizi koyun edenler utansın!
HAYIRlı cumalar efendim.

Hil-âlem.