25 Nisan 2013 Perşembe

La délicatesse, tekrar sevebilmeye dair incelikli renkler...


La Delicatesse | sinemalar.com

Aylar önce Audrey Tautou'nun bir röportajında haberdar olduğum La délicatesse'i - Türkçe'ye her zamanki gibi alakasız çevirilmiş ismi ile Aşkın Renkleri'ni - ancak izlemeye fırsat bulabildim. David Foenkinos tarafından kaleme alınan ve Fransa'da en çok satılan romanlardan biri olan bu hikaye, yine Foenkinos'un kendisi ve kardeşi Stéphane Foenkinos tarafından beyaz perdeye alınmış. Yönetmenlerin ilk filmi olmasına rağmen başarılı bir yapım olmuş. Romantik komedi deyip geçmenin ayıp olduğunu düşündüğüm filmdeki karakterlere can veren Audrey Tautou ve François Damiens normal bir hikayenin normların dışında iki kahramanı gibiler. Hem çok gerçekçi, hem de aykırı bir incelikle yazılmış senaryo bu güzel yapımın kalbi olmuş.

Başarılı bir iş hayatı ve mutlu bir evliliği olan Nathalie eşini bir kazada kaybetmesinin ardından kendini işine gömer ve bireysel kültürün çarpan yalnızlığında, yasını ayakta tutmaya çalışır - ta ki üç yıl sonra sıradan bir iş gününde odasına gelen İsveç'li çalışanı Markus'u aklının karmaşasından çıkamayıp, birden öpene kadar. Güzel ve başarılı bir kadın figürünün hiç de etkileyici olmayan, sıradan ve isminin bile herkes tarafından bilinmediği bir çalışanına ilgi gösterdiği hikayede, filmin adında da yer alan "incelik" Markus'un Nathalie'ye olan tavırlarında yatıyor. Markus, İsveç'lten Fransa'ya gelmiş, soğuk bir ülkenin Fransa'daki sıcak uzantısı, sıradan bir adam. Hoşlandığı kadına "Saçların çok güzel, saçlarında tatile çıkabilirim" dediğinde incelik neymiş onu görüyor seyirci. Onca izlenmiş film ve okunmuş kitaba rağmen, bu ve bunun gibi "incelikle" dokunmuş bir çok metinle karşılaşmış olmak, filmin en güzel yanı. Nathalie'nin yas tutan bir kadından, tekrar sevebilen bir kadına dönüşümünü izlediğimiz süreçse, Audrey Tautou'nın oyunculuğu ile tekrar sevmemeye ant içmiş kadınlara pusula olacak kıvamda.


La Délicatesse'in bir çok eleştirisinde filmin isminin "Amelie" gibi bir filmde 21.yüzyılın incelikler dünyasının zarif prensesi olarak tanıdığımız Audrey Tautou'nun kendi zarafetine yorumlanmasını yanlış demeyelim de, eksik buluyorum. Çünkü aynı zamanda Fransa'nın en ünlü komedyenlerinden biri olan François Damiens'ın canlandırdığı karakter Markus, filmde altı çizilen inceliğin ta kendisi. Günlük yaşamdaki inceliklerin eziklik olarak yorumlandığı bir yüzyılda, özellikle kafasını kötü adamlardan iyi adamlara çevirmekte zorlanan kadının nüfusunun gittikçe arttığı bir dönemde, Markus ve Nathalie'nin hikayesi izlemeye ve oturup etraflıca bir değerlendirmeye değer... Filmin en güçlü göndermelerinden bir diğeri de, güzel kadının çirkin erkekle olmasını kaldıramayan topluma yapılmış. Birliktelikleri ön yargılardan boğulmuş topluma göre garip ve anlaşılmaz! İncelik'ten anlamayan günümüz insanlarına ithaf edilesi bir film olmuş, bir kadeh şarap, iki tutam da peynirle birlikte tavsiye ediyoruz.